26 Şubat 2008 Salı

HER AN ÖLEBiLECEĞiNiZi UNUTMAYIN


De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen Allah'a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)

Çevrenize bir bakın; gördüğünüz tüm insanlar, arkadaşlarınız, akrabalarınız kısaca dünya üzerinde var olan her insan, daha önce yaşamış milyarlarca insan gibi mutlaka öleceklerdir. Allah bu gerçeği, "Her nefis ölümü tadıcıdır…" (Enbiya Suresi, 35) ayetiyle bildirmiştir. Bu kaçınılmaz gerçeği unutmak insanın düşebileceği en büyük gafletlerden biridir. Oysa ölümü uzaklaştırmaya asla güç yetiremeyecek olan insan, bilemeyeceği bir zamanda ve yerde ve herhangi bir nedenle mutlaka ölecektir.
Unutmayın; ne genç ne yaşlı, ne güzel, ne çirkin, ne zengin ne de fakir olmaları, ne ünleri, ne de mevkiileri bugüne kadar yaşayan insanları ölümden koruyamamıştır.
Tüm bunları çok iyi bilmelerine rağmen insanların çoğu ölümü pek düşünmemeye hatta mümkün olduğunca unutmaya çalışarak bu gerçeği göz ardı ederler. Halbuki bu, kişinin kendini kandırmasından başka bir şey değildir. O düşünse de düşünmese de bu kaçınılmaz olayları, hiçbir aşaması eksik kalmaksızın bizzat yaşayacaktır:

O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da). (Kaf Suresi, 19)

Siz şu an bu satırları okurken ölümün yakın olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ama kesin gerçekleşecek olan bu gerçeği biraz daha derin düşünün; kimbilir belki de elinizdeki kitabı bitiremeden ölüm sizi bulacaktır. O halde, sakın ölümün size de, tüm diğer insanlara da çok yakın olduğunu unutmayın.
Ölümle karşılaşmanız için detaylı birtakım olayların art arda gerçekleşmesi gerekmez. Allah, ölüm vakti gelen kişiye ummadığı bir zamanda ölüm meleğini gönderir ve bir anda canını alır. Bu, şu an oturduğunuz koltuktan kalkamadan da gerçekleşebilir. Bulunduğunuz odada aniden ölüm meleğini karşınızda görebilirsiniz. Yanınızda arkadaşlarınızın, ailenizin olması da bir şeyi değiştirmez, onlar sizi ölümden koruyamazlar. Öyleyse her insanın Allah'ın görevlendirdiği ölüm meleği tarafından hayatına son verileceğini ve böylelikle Allah'a döndürüleceğini sakın unutmayın.
Belki de siz bu satırları okuduktan çok kısa bir süre sonra ölebileceğinize ihtimal vermeyebilirsiniz. Daha yapılacak, bitirilecek işlerin olduğunu düşünmeniz belki de ölümün sizin için henüz erken ve zamansız olduğu hissini veriyordur. Oysa ölümün zamanını belirleyen Allah'tır ve eceli gelen kişi kendisi için kaderinde belirlenmiş en hayırlı vakitte, tek bir saniye bile ertelenmeden bu sonla karşılaşır:

Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi, 11)

Peki öldükten sonra bedeninizin ne hale geleceğini hiç düşünmüş müydünüz?
Ne güzelliğinize, ne de zenginliğinize bakılmaksızın kaskatı bir haldeki bedeniniz evin bir odasında veya bir hastane morgunda bekletilecek, ardından kefene sarılarak dar bir tabutun içinde cenaze arabasına yerleştirilip mezara götürülecektir. Sonra bedeniniz sizin için açılmış bir çukurun dibine bırakılacak, üzeriniz iyice toprakla örtülecektir. Bir et ve kemik yığını halindeki bedeniniz kısa bir süre içinde çürümeye, kokuşmaya başlayacak, geriye sadece bir kemik yığınından ibaret iskeletiniz kalacaktır. Ve unutmayın, bu günle mutlaka karşılaşacaksınız; eninde sonunda bir gün bedeniniz toprağın altında yapayalnız kalacak.
İnsan bedeninin ölümden sonra girdiği hal kuşkusuz ibret vericidir. Böyle bir görüntüyle birkaç dakika hatta saniyeler süresince muhatap olmak bile bir insan için dayanılmazdır. Peki yaşamı süresince son derece düzgün görünümü olan insan bedeninin, ölümün ardından neden bu hale geldiğini hiç düşünmüş müydünüz? Elbette bu, üzerinde düşünmeniz gereken bir konudur. Çünkü kendi bedeninizin de, değer verdiğiniz tüm insanların bedeninin d
e bir gün çürüyüp kokuşacağı gerçeği sizi dünyaya bağlanmaktan, ahireti unutmaktan kesin bir suretle alıkoyacaktır.
Tüm bu gerçeklere rağmen insanların çoğu dünyayla ilgili her konuda kendi çıkar ve menfaatlerini en ince ayrıntılarıyla hesaplarken, kendileriyle ilgili en büyük hakikat olan ölümü hesaba katmazlar. Ama bu büyük bir yanılgıdır; bu yanılgı sebebiyle ölümden sonrası için hazırlık yapmamaları onlar için sonsuz bir azaba neden olur. O halde insanın yapması gereken, öleceğini asla aklından çıkarmamak ve dünyada Allah'ı razı edecek işler yapmaktır. Sonsuz adaletli ve şefkatli olan Rabbimiz; herkese, öğüt alabileceği kadar bir zaman tanımıştır. Ancak bu süre dünya hayatıyla sınırlıdır. Yani hataların telafisi samimiyetle yapıldığı takdirde ancak dünyada mümkündür. Ölümle birlikte ise artık telafi imkanı ortadan kalkacak, sonsuz bir pişmanlık başlayacaktır:

İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)

Unutmayın ki, ölüm asla bir yokoluş değildir, ölümle sanıldığı gibi herşey bitmez. Cahiliye insanlarının birçoğunun düşündüğü gibi sonsuza kadar sürecek tatlı bir uyku ise hiç değildir. Ölümle kişinin asıl ve sonsuz hayatı başlar ki bu, dünyadaki hayatını nasıl geçirdiğine göre şekillenen ve asla değiştirilemeyecek olan bir yaşamdır. Ölüm, hayatını Allah'ın rızasına uygun olarak değerlendirenler için mutluluk ve kurtuluşa açılır. Allah'tan yüz çevirmiş olanlar içinse, kesin bir yıkım ve felaketin başlangıcıdır.
Allah, insanın karşısına dünyadayken ölümü ve ahireti düşündürecek pek çok olay çıkarır. Öğüt alabilecek kimse için bu hatırlatmalar, yaşamını, etrafındaki olayları ciddiyetle düşünmesine, bakış açısını tekrar tekrar gözden geçirmesine neden olacaktır. Ama Allah'ın bu uyarılarını görmezden gelen büyük bir ziyandadır. Unutmamalıdır ki kendisinden önce ölenler de; aynı şimdi tüm insanların yaptığı gibi belki az sonra yiyeceği yemeği veya ertesi gün gideceği yeri planlarlarken hiç beklemedikleri bir zamanda ölümle karşılaşmışlardır.
Öyleyse siz, dünyada tek bir iyi işi bile yapma imkanınızın kalmayacağı ölüm anına ulaşmadan evvel gücünüzün yettiğinin en fazlasıyla ahiretiniz için çaba göstermeyi unutmayın.
Allah Kuran'da ölümün ertelenmeyeceğini ve ölüm vakti gelen bir kişinin duyduğu pişmanlığı bize şöyle bildirir:
Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafikun Suresi, 10-11)


KIYAMETiN VE HESAP GÜNÜNÜN
MUTLAKA GERÇEKLEŞECEĞiNi UNUTMAYIN

Gerçek şu ki, kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir, onda şüphe yoktur. Gerçekten Allah kabirlerde olanları diriltecektir. (Hac Suresi, 7)

Şu an durup kolunuzdaki saate bir bakın, geçen her saniye sizi Allah'ın huzuruna çıkıp hesap vereceğiniz o güne daha da yaklaştırıyor. Üstelik size dünyada kalmanız için ne kadar süre verildiğini de bilmiyorsunuz. Fakat sizin için belirlenen o vakit muhakkak gelecek ve büyük ihtimalle sizin hiç beklemediğiniz bir anda melekler canınızı alacak, sonrasında ise kıyamet günü ile karşılaşacaksınız. Bir anda dünyaya dair tüm işleriniz anlamını tamamen yitirecek, önemli olanın sadece takva ve Allah'ın rızasını kazanmak olduğunu kesin olarak göreceksiniz.

Öyleyse henüz fırsatınız varken; dünyaya ait ne varsa hepsinin yok olacağı, bugüne kadar yaratılmış tüm insanların bulundukları yerden kaldırılıp Allah'a hesap vermek için biraraya toplanacakları kıyamet günü için hazırlık yapmayı sakın unutmayın.
Herkesin yaşadığı dünya hayatı boyunca her yaptığının, eksik hiçbir şey bırakılmadan ortaya konulacağı o gün; iyilikte bulunanlar, yaptıkları iyiliklerin karşılığını eksiksiz olarak bulurlarken; kötülükte bulunanlar ise yaptıkları kötülükler ile aralarında uzak bir mesafe olmasını isteyeceklerdir. İnsanlar yapayalnız ve tek başlarına Allah'ın huzuruna çıkacak ve en ufak bir haksızlığa uğratılmadan kendileri hakkında hüküm verilecektir.
Sorgulama günü bu kadar hızlı yaklaşırken yapılan hatırlatmaları uzak gördükleri için önemsemeyip, kendi heva ve hevesleri için yaşayanlar çok büyük bir gaflettedirler. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilmiştir:

İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar. (Enbiya Suresi, 1-2)

Siz de o büyük sorgulama gününün yaklaşarak geldiğini ve Allah'ın huzurunda sorguya çekileceğinizi sakın unutmayın.
O gün insanın yaptığı herşey teker teker -hiç unutulmadan- eksiksiz bir şekilde önüne getirilecektir. Allah sonsuz hafızasıyla, insanın kendisinin bile hatırlamadığı her hareketini, her düşüncesini onun karşısına çıkaracaktır. Nitekim Kuran'da insanların yaptığı herşeyin yazılı olarak da tutulduğu şöyle bildirilmektedir:

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (Kamer Suresi, 52-53)
İnsan unutkandır ama Allah asla unutmaz ve yanılmaz, bu nedenle dünyada işlenen kötülüklerden, sahipleri hiçbir şekilde kaçamayacaklardır. Bir kişi bundan 10 sene önce Allah'ın hoşnut olmayacağı bir sözü söylediğini veya aklından isyankar bir düşünce geçirdiğini hatırlamayabilir ama hesap günü Allah o sözü de, düşünceyi de an an karşısına getirecektir:

De ki: "Sinelerinizde olanı -gizleseniz de, açığa vursanız da- Allah bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, herşeye güç yetirendir." Her bir nefsin hayırdan yaptıklarını hazır bulduğu ve her ne kötülük işlediyse onunla kendisi arasında uzak bir mesafe olmasını istediği o günü (düşünün). Allah, sizi Kendisi'nden sakındırır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. (Al-i İmran Suresi, 29-30)

Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise O'nu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır. (Mücadele Suresi, 6)

Herşeyin şahidi olan, asla unutmayan ve yanılmayan Allah'ın; o gün tüm yaptıklarınızı ve düşüncelerinizi bir bir ortaya koyacağını sakın unutmayın.
Elbette insanın yaşamı boyunca Allah'a hesap vereceğini unutarak yaptığı her hareket kendisine hüsran ve onulmaz bir pişmanlık getirecektir. Kuşkusuz hiçbir unutmanın bedeli bu kadar ağır ve tehlikeli olamaz. İnsanın sonsuz yaşantısını tehlikeye sokacak bu gerçeği siz de sakın unutmayın. Zira bu, insanın Rabbimiz'e karşı işlediği büyük bir hatadır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

... Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır. (Sad Suresi, 26)

Kuran'da insanları sakındırmak için kıyamet gününü hatırlatan ve o zorlu günü tasvir eden çok detaylı tarifler vardır. Kıyamet günü, tüm maddesel varlıkların bozulmaya uğrayacakları, yok olacakları bir gündür. Allah'ın bildirdiğine göre, "O gün, zorlu bir gündür; kafirler içinse hiç kolay değildir" (Müddessir Suresi, 9-10).

Sur'a ilk üfürülüş ile kıyamet anı başlar. En ufak bir depremle bile sokakta sabahlayan insanlar, o gün sarsılmaz dağların paramparça olacağı şiddette sarsıntılarla karşılaşacaklardır. Allah o günü Kamer Suresi'nin 6. ayetinde "O çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün..." şeklinde tarif eder.
O gün; her yeri ve herşeyi kaplayan, benzeri ne görülmüş ne de duyulmuş bir dehşet yaşanacaktır. Denizler tutuşturulacak (Tekvir Suresi, 6), gökyüzü erimiş maden gibi olacak (Mearic Suresi, 8), yıldızlar örtülüp (ışıkları) silinecek (Mürselat Suresi, 8), ay kararacak, Güneş ve Ay birleştirilecek (Kıyamet Suresi, 8-9), gök yarılıp açılacak ve kapı kapı olacak (Nebe Suresi,19), dağlar kökünden sökülüp savrulacak (Mürselat Suresi, 10), 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi olacak (Kaari'a Suresi, 5), tüm dünya, üzerinde tek bir tümsek bile kalmayacak hale gelecektir. (Taha Suresi, 107)
Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte, insanlar diriltilmeye ve hesaba çekilmek üzere biraraya getirilmeye başlanır. Ayetler şöyledir:

Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahidler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Zümer Suresi, 68-69)

İnkar edenler o gün gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan çekirgeler' gibi kabirlerinden çıkıp, boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, "bu, zorlu bir gün" diyeceklerdir (Kamer Suresi, 7-8). Allah'ın onları hesaba çekmek için bir zaman tespit etmediğini sananlar (Kehf Suresi, 48) o gün, kaçacak herhangi bir yer bulamayacaklardır. Çünkü artık onlar sonunda varılacak tek yer olan Rabbimiz'in huzurundadırlar. (Kıyamet Suresi, 10-12)

Asla diriltilmeyeceklerini ve ölümün sonsuza kadar sürecek derin bir uyku olduğunu düşünenler, kıyamet saati geldiğinde kendilerine yapılan hatırlatmaların gerçek olduğunu anlayacaklardır:

Derler ki: "Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip) döndürüleceğiz?" "Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?" (Nazi'at Suresi, 10-11)

Demişlerdi ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)

O mahşer günü, müminler ve inkar edenler tamamen birbirlerinden ayırt edileceklerdir. Müminlerin içlerindeki coşkunun bir yansıması olarak yüzleri parlayarak "ışıl ışıl" bakmalarına karşılık, inkarcıların yüzlerini bir karartı bürüdüğü ayetler şöyle haber verilmiştir:

O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Suresi, 22-25)

O gün, daha dünyadayken hesaba çekileceğini anlayıp, dünya hayatına karşılık ahiret hayatını satın almış olanların kitabı sağ ellerine verilecektir. Her hareketini Allah'a yönelerek yapanların, o gün çevrelerindekilere "alın, kitabımı okuyun" diyebilecek kadar içleri rahattır ve bunun karşılığında hoşnut bir yaşam içine yani cennete gireceklerdir.
Kitabı sol eline verilen ise; hesap gününü unutarak yaşadığı için, tarifsiz bir pişmanlık ve hüsran içinde olacak; "... Bana keşke kitabım verilmeseydi, hesabımı hiç bilmeseydim" (Hakka Suresi, 25-26) diyecektir. Ayetlerde ifade edildiğine göre, artık onlar için "sıkıntılı bir geçim" vardır, yüzleri "zillet içinde aşağılanmış", "üzerlerini toz bürümüş", bir "karartı sarıp-kaplamıştır". Allah böyle kişileri "yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak" haşredecektir. (İsra Suresi, 97)
Taha Suresi'nde, Allah'ın zikrinden yüz çevirenlerden olduğu için kıyamet günü kör olarak haşredilecek olanların şöyle diyeceği haber verilmiştir:

Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim?" diye sormalarına karşılık; (Allah da) Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın. (Taha Suresi, 125-126)

İşte siz de hesap günü bu duruma düşmek istemiyorsanız yaşamınız boyunca Allah'ı razı etmeniz gerektiğini unutmayın.
Bilin ki o gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, göklerde ve yerde olan herkesin korkuya kapılacağı, günahkarların birbirlerini suçlayacakları, inanmayanların mutsuz olacakları bir gündür. Yalnızca dünya hayatı boyunca Allah'ın emirlerine gönülden uyanlar; o günün korkusuna karşı güvenlik içinde olacaklardır. İnsan dünya hayatında kıyametin varlığından ne kadar gaflette ve ona karşı ne kadar hazırlıksızsa, o gün kapılacağı dehşet de o denli büyük olacaktır. Allah ayetlerde o günün korkusunu insanlara şöyle hatırlatır:

Ey insanlar, Rabbiniz'den korkup-sakının, çünkü kıyamet saatinin sarsıntısı büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, her emzikli kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş görürsün, oysa onlar sarhoş değillerdir. Ancak Allah'ın azabı pek şiddetlidir. (Hac Suresi, 1-2)

Unutmayın ki öyle bir günde, hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormayacak ve hiç kimse birbirine dostça davranıp, yardım etmeyecektir. İnsanlar azaptan kurtulmak için en yakınlarını bile fidye olarak vermeye razı olacaklar ama bunların hiçbiri onlardan karşılık olarak kabul edilmeyecektir:

Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir:" (Mearic Suresi, 11-15)

Kısacası insanların o gün başlarına geleceklere karşı alabilecekleri hiçbir önlem, kaçıp-sığınabilecekleri hiçbir yer yoktur. O gün insan düşünüp kendisine yapılan tüm uyarıları hatırlayacak, ancak bu hatırlamanın ona hiçbir faydası olmayacaktır:

Çünkü o, (dünyada) kendi yakınları arasında sevinçliydi. Doğrusu o, (Rabbine) bir daha dönmeyeceğini sanmıştı. Hayır; gerçekten Rabbi, kendisini çok iyi görendi. (İnşikak Suresi, 13-15)

Kıyamet günü duyarlı teraziler kurulur ve hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi kadar iyilik bile olsa teraziye getirilir. (Enbiya Suresi, 47) Kimin tartıları ağır basarsa, artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif kalırsa, onun yeri de cehennemdir. (Kaari'a Suresi, 6-11) Bu gerçeğe ayetlerde şöyle dikkat çekilmiştir:

O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür." (Zelzele Suresi, 6-8)

O günün dünyadaki makamların, ünvanların, malların ve evlatların hiçbir anlamının kalmayacağı bir gün olduğunu da unutmayın. O gün insanlar sadece ve sadece yaptıkları iyi ve kötü işlere göre ayırt edileceklerdir. Tüm insanlara, kendilerini yaratan Allah'a kulluk edip-etmediği sorulacaktır. Gizli saklı hiçbir şeyin kalmadığı o gün, hiçbir hatasını telafi etmeye kimsenin gücü olmayacaktır:

Sırların orta yere çıkarılacağı gün; Artık onun ne gücü vardır, ne yardımcısı. (Tarık Suresi, 9-10)

İnkar edenlerin tüm günahları, pislikleri, kötülükleri, akıllarından ve kalplerinden tüm geçirdikleri birer birer, herkesin içinde ortaya çıkarılacaktır. Kendilerini yaratan ve yaşatan Allah'ı inkar etmekle olabilecek en büyük suçu işleyenler, hesap günü aşağılanmış olarak ve zavallı bir şekilde haklarında hüküm verilmesini bekleyeceklerdir:

O gün, yalanlayanların vay haline. Bu, onların konuşamayacakları bir gündür. Ve onlara özür beyan etmeleri için izin verilmez. O gün, yalanlayanların vay haline. Bu, hüküm günüdür; sizi ve öncekileri 'birarada topladık.' Şayet kurabileceğiniz hileli bir düzeniniz varsa, durmaksızın bana karşı kurun. O gün, yalanlayanların vay haline." (Mürselat Suresi, 34-40)

Müminlerin ise hesabı kolay olacaktır. Kıyametin ve hesap gününün korkusuna karşı güvenlik içinde olacaklar ve sonsuz ateş azabından uzak tutulup, sınırsız nimetlerle dolu cennete kavuşacaklardır.
Bilin ki dinsiz bir insanın bile yukarıda anlatılan günle karşılaşmaya ihtimal vermesi gerekir. Bir kişinin, "Ben inanmıyorum, o yüzden bu günle karşılaşmayacağım" demesi son derece mantıksızdır. Çünkü bu kişi hiç inanmasa dahi kendi mantığına göre kıyamet günü ile karşılaşmaya yüzde elli ihtimal vermesi gerekir. Kıyamet gününün özellikleri ve cehennemdeki azap düşünüldüğünde, bu günle karşılaşma ihtimali yüzde bir bile olsa insanın paniğe kapılarak o günden kurtulmaya çaba harcaması gerekir.
Üstelik her geçen saat, bizleri ölüme ve yukarıda anlatılan dünyanın sonuna ve hesaba çekileceğimiz ana biraz daha yaklaştırmaktadır. Bu her insan için kaçınılmaz bir sondur. "O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler." (Hicr Suresi, 2) ayetinde bildirildiği gibi inkar edenlerin hasretle, pişmanlıkla Müslümanlardan olmayı isteyecekleri o günü sakın unutmayın. Allah bu kişiler için şöyle hükmetmektedir:

Öyleyse bu (azab) gününüzle karşılaşmayı unutmanıza karşılık azabı tadın. Biz de sizi gerçekten unuttuk; yaptıklarınıza karşılık ebedi azabı tadın. (Secde Suresi, 14)

SiZi SAPTIRMAK iÇiN VAR GÜCÜYLE ÇABALAYAN ŞEYTANIN VARLIĞINI UNUTMAYIN

"Ey Ademoğulları, ben size and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin, çünkü, o, sizin için apaçık bir düşmandır; Bana kulluk edin, doğru yol budur." Andolsun o, sizden birçok insan-neslini saptırmıştı. Yine de aklınızı kullanmıyor muydunuz? (Yasin Suresi, 60-62)

Sizi Allah'tan, O'nun dininden ve Kuran'dan uzak tutmaktan başka hedefi olmayan bir düşmanınız olduğunu sakın aklınızdan çıkarmayın. Çünkü o, sizi bir an olsun unutmuyor; görevini yerine getirmek için her an fırsat kolluyor, pusuda bekliyor. Sizi, sizin onu görmediğiniz yerden görüyor ve yine sizi tuzağa düşürmenin binbir yolunu arıyor. En önemli özelliklerinden biri sinsilik. Yöntemleri, taktikleri, oyunları kişiden kişiye değiştiği gibi; zamana, mekana ve şartlara göre de farklılık gösterebiliyor. İşte bu düşman, Allah Katından kovulmuş olan şeytandır.
Şeytan çoğu kişinin zannettiği gibi, hayali bir varlık değildir. Dünyada imtihanın bir gereği olarak var olan şeytanın faaliyetlerine karşı dikkatin sürekli açık olması gerekir. Çünkü şeytan Allah'a başkaldırarak, O'nun kullarını saptıracağına yemin etmiştir. Şeytanın bu isyanı Kuran'da şöyle anlatılmıştır:

Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Allah:) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." O da: "(insanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)" dedi. (Allah:) "Sen gözlenip-ertelenenlerdensin" dedi. Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak ordan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 11-18)

Yukarıdaki ayetlerden de açıkça anlaşıldığı gibi, şeytan insanın apaçık düşmanıdır. Tüm insanlara düşman olan bu varlık, size de sürekli kuruntu ve vesvese vermeye, sizi doğru yoldan saptırmaya çalışacaktır. Fakat burada önemli bir nokta vardır; şeytanın en büyük amacı yukarıdaki ayetlerde de ifade edildiği gibi sizi ve tüm insanları kendi yoluna uydurmaktır. Kovulmuş şeytan, sizi cehenneme sokana kadar rahat etmeyecektir. O halde ona karşı her an uyanık olmanız, hiçbir çağrısına bir an için bile uymamanız gerektiğini sakın unutmayın.
Ancak burada unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek vardır: Şeytan Allah'tan müstakil bir güç değildir. Şeytanı yaratan ve kontrolü altında tutan Allah'tır. O da Allah'ın yarattığı bir varlıktır ve ancak Allah'ın izniyle faaliyetini sürdürmektedir. Dünyadaki imtihan sırasında gerçekten iman edenle, etmeyenin ayrılması için görevlendirilmiştir. Şeytan ancak Allah'ın irade ve takdiri içinde faaliyet gösterebilir. Kendisine tanınan süre bittiğinde, cezasını çekmek üzere o da saptırdığı insanlarla beraber cehenneme atılacaktır:

Andolsun, senden ve içlerinde sana tabi olacak olanlardan tümüyle cehennemi dolduracağım." (Sad Suresi, 85)

Siz şeytanın müminler üzerinde bir gücü olmadığını unutmayın. Ayette bildirildiği gibi, şeytanın gücü yalnızca samimi iman etmemiş insanlar üzerinde geçerlidir.

Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)

Şeytan, Allah'ın mümin olarak yarattığı bir kulu saptıramaz. Tabii ki müminler hata yapabilirler. Ancak hiçbir zaman Allah'ın rahmetinden umutlarını kesmezler. Şeytanın etkisini fark ettiklerinden hemen Allah'a sığınıp tevbe ederler. Şeytanın saptırma etkisinin kimler üzerinde olacağı Kuran'da şöyle açıklanmıştır:

Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (Şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O'na (Allah'a) ortak koşanlar üzerindedir. (Nahl Suresi, 99-100)

Unutmayın ki şeytan, kendisi gibi sizin de Allah'a karşı küstah, saygısız, itaatsiz ve kibirli olmanızı ister. Kötü ahlak göstermenizi, Allah'ın hoşnut olmayacağı her türlü tavrı uygulamanızı ve Allah'a karşı birtakım zanlarda bulunmanızı emreder; O'nun gücünü ve büyüklüğünü gereği gibi takdir etmenizi engellemeye çalışır. Allah Kuran'da bu tehlikeye özellikle dikkat çekmiştir:

Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. (Bakara Suresi, 168-169)

Ahireti unutturmayı başardığı insanları yaşamları boyunca gelecek endişesi içinde yaşatmaya çalışır. Bu şekilde yaşayan insanlar herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğundan habersiz, Allah'ın kendileri hakkında bir iyilik dilediğinde kimsenin buna engel olamayacağından ise tümüyle gafildirler. İçinde bulundukları gaflet onları Allah'a karşı her türlü suçu işlemeye iter:

Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)

Üstelik şeytanın en önemli taktiği tüm bunları yaparken insanlara sinsice yaklaşmasıdır. Allah Kuran'da şeytan için, "'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar);" (Nas Suresi, 4-5) şeklinde bildirmiştir. Ayette de açıkça bildirildiği gibi insanlara sinsice yaklaşan şeytan onları boş ve amaçsız işlerle oyalarken, yaptıkları kötülükleri de kendilerine çekici ve süslü gösterir:

Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (Enam Suresi, 43)

Ve en önemlisi de kalpleri katılaşan, sapkın bir yolda olduğu halde iyi bir iş yaptığını zanneden bu insanlar Allah'ın ayetlerinden giderek uzaklaşırlar. Rabbimiz'i unutup şeytanı dost edinirler ve onun peşine takılıp azgınlaşırlar. Allah buna karşı da insanları şöyle uyarmıştır:

Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp-uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu. (Araf Suresi, 175)

Şeytanın farklı insanlar için farklı taktikler kullanacağını, sizi de zayıf bir noktanızdan yakalamaya çalışacağını unutmayın.
Şeytan tüm insanlık tarihi boyunca yaşayan herkese farklı yönlerden yaklaşmıştır. Örneğin, dinden uzak yaşayan bir kimsenin, daha da uzaklaşmasını sağlayacak yöntemler kullanarak, onu tamamen dünya hayatına yöneltir, Allah'a karşı hesap vereceği günü unutturur ve böylece ömür boyu dinden uzak tutar.
Bu arada müminlere karşı da faaliyetlerini sürdürmeye devam eder. Müminlerin ihlasla ibadet etmesini engellemek için doğru bilerek, samimiyetle yaptıkları her işe mutlaka engel olmaya çabalar. Tüm gücüyle kişinin dinin gereklerinden küçük küçük de olsa tavizler vermesi için çalışır. Kibir, bencillik, unutkanlık, dikkatsizlik, kendini yeterli görme, öfke ve gurur gibi nefsin yatkın olduğu konuları çeşitli kılıflara sokarak mümine uygulatmaya çabalar.
Şeytan ayrıca insanlara uzun vadeli planlar yaptırtıp, bunlarla kafalarını meşgul etmeye çalışır. Günlük işlere daldırarak ve bahaneler uydurtarak hem düşüncelerine, hem de fiili olarak Allah'ı zikretmelerine engel olmaya çalışır.
Allah'a teslim olmuş, sabah akşam O'nu zikreden, yeryüzündeki her olayın Allah'ın kontrolünde olduğunu bilen ve ihlasla Rabbimiz'e yönelen müminler şeytanın etkilerine karşı güçlüdürler. Bunu bilen şeytan insana özellikle Allah'ı unutturmaya çalışır. Ve Allah'tan korkup sakınmayanlar üzerinde de kesin bir etkisi olur:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)

İnsanların arasına kin ve düşmanlık sokan, aralarını açıp bozanın hep şeytan olduğunu unutmayın. Dünya var olduğundan beri süregelen tüm savaşlardan, kavgalardan en sıradan gibi görünen tartışmalara kadar her türlü düşmanlığın arkasında "şeytanın kışkırtmaları" vardır. Allah şeytanın insanları kışkırtmasını ayette şöyle bildirmiştir:

Görmedin mi, Biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar. (Meryem Suresi, 83)

Elbette inkarcılar şeytanı dost edinen, onun sistemini benimseyen kimselerdir. Dolayısıyla ona uymaları, birbirlerine karşı kin ve düşmanlık beslemeleri son derece doğaldır. Ancak şeytanın bir özelliği daha vardır ki o da Allah'a iman edenler arasına kin ve nefret sokmaya çalışmasıdır. Bu şekilde onları zayıflatabileceğini, Allah'a olan itaatlerini engelleyebileceğini zanneder. Allah bu tehlikeye karşı da kullarını uyarmış ve çözüm yollarını göstermiştir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

Şeytanın size her an sinsice vesvese vermeye çalışacağını da unutmayın. Şeytan zannedildiği gibi, zaman zaman ortaya çıkan bir varlık değildir. Onun sinsi mücadelesi siz nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın, yaşadığınız müddetçe devam eder.
Şeytanın varlığını unutan bir insan, onun telkinlerinin kendi kafasından geçen düşünceler olduğunu zannedebilir. İçinde sürekli isyanı ve kötülüğü fısıldayan sesin, şeytana ait olduğunu kavrayamayabilir. Ancak Allah'ın salih kulları, bu sesin, şeytana mı yoksa kendi vicdanlarına mı ait olduğunu kolaylıkla teşhis edebilecek bir akla ve anlayışa sahiptirler. Allah şeytanın vesveselerinden ve sinsi fısıltılarından korunmanın yolunu onlara şöyle bildirmiştir:

Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (Araf Suresi, 200-201)

Şeytanın size asla aklınızdan çıkarmamanız gereken gerçekleri unutturmaya çalışacağını sakın unutmayın. Şeytanın insanlar üzerinde etkili olabilmek için kullandığı ve sıklıkla başvurduğu yöntemlerden biri başta da bahsettiğimiz 'unutturma'dır. Bu yüzden şeytan insana, Allah'a karşı sorumlu olduğu her konuyu unutturmak için çabalar. Allah'ın her yanımızdan sarıp kuşattığını, kadere tabi olduğumuzu, öleceğimizi, Allah'a hesap vereceğimizi unutturarak yapacağımız hayırları engellemek ister.
Örneğin şeytan insanların Allah'a şükretmesini istemez. Bu yüzden de etraftaki herşeyin Allah'ın nimeti olduğunu unutturmaya çalışır. Ahireti unutturup, dünya hayatını süslü ve çekici göstererek insanları kandırmaya çalışır. Her işte bir hayır olduğunu, özellikle de ani olaylarda, tevekkülü ve kaderi unutturmaya gayret eder.
Allah şeytanın insan zihnine etki ederek çeşitli şeyleri unutturduğuna Kuran'da pek çok kez dikkat çekmiştir:

Ayetlerimiz konusunda 'alaylı tartışmalara dalanlar:' -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma. (Enam Suresi, 68)

… Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu. (Kehf Suresi, 63)

… Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı. (Yusuf Suresi, 42)

Tüm bu etkilerine rağmen, şeytanın tamamen Allah'ın kontrolünde bir varlık olduğunu ve samimi kullar üzerinde hiçbir etkisinin olamayacağını unutmamalısınız.
Sonuç olarak şeytan Allah'ın yarattığı, istese de istemese de O'na boyun eğmiş bir varlıktır. Tüm faaliyetlerini ancak O'nun izniyle gerçekleştirebilir. Allah izin vermediği sürece insan hiçbir şeye güç yetiremez. Şeytan ne yaparsa yapsın ancak inkarcıları saptırabilir, Allah'a gönülden iman edenlerin ise onun yaptıklarıyla yalnızca imanları artar. Kuran'da bu gerçek açıkça bildirilmiştir. Ayetler şöyledir:

Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler. (Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur'an'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 53-54)

Andolsun, İblis, kendileri hakkında zannını doğrulamış oldu, böylelikle iman eden bir grup dışında, ona uymuş oldular. Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı-gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 20-21)

İnananlar ise, "Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah'a sığın…" (Fussilet Suresi, 36) ayetinde emredildiği gibi şeytana kulak vermez ve hemen Allah'a sığınırlar. Çünkü bilirler ki, eğer bu kışkırtmalardan Allah'a sığınıp şeytanın yolu kapatılmazsa, insan onun her telkinine açık hale gelebilir. Böylece şeytan kendisine uyanların dostu olur ve kişiyi Allah'tan, O'nun zikrinden tamamıyla uzaklaştırır:

Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur. (Zuhruf Suresi, 36)
Fakat başta da belirttiğimiz gibi Allah'a kesin bir imanla bağlananların şeytanın etkisinden çekinmelerine gerek yoktur. Elbette onun etkilerine karşı uyanık olmak gerekir ama Allah bize çok önemli bir sırrı da müjdelemiştir: Şeytanın iman edenler ve Allah'a tevekkül edenler üzerinde hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur.

Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün (hakimiyetin) yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter. (İsra Suresi, 65)

Şeytanın çok kaypak karakterli olduğunu, kendisine uyanları hesap gününde yapayalnız bırakacağını unutmayın.
Dünya hayatı sona erdiğinde şeytanın kendisine uyanları nasıl yüzüstü bırakacağı, onları nasıl aldattığını açıklayacağı Kuran'da bildirilmiştir:

İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtacak değilim, siz de beni kurtacak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azab vardır." (İbrahim Suresi, 22)

Ve şüphesiz kaypak karakterli şeytana uyanlar hesap günü nasıl bir yanılgı içinde yaşadıklarını anlayacaklardır. Dünyadaki yaşamları boyunca Allah'ı unutup, O'nun gösterdiği doğru yola uymadıkları için büyük bir pişmanlık içine düşeceklerdir. Ama artık iş işten geçmiştir ve şeytan onları yapayalnız bırakmıştır:

O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: "Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım," "Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim." "Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kuran'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız" bırakandır." (Furkan Suresi, 27-29)

Kesinlikle unutmayın ki, dünyada şeytanın peşine düşenlerin yeri ahirette kesin olarak cehennemdir.
Şeytana uyanlar hesap günü Allah'ın huzuruna çıktıklarında "... Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)." (Zuhruf Suresi, 38) diyerek birbirlerine lanet edeceklerdir. İnsan o gün şeytanın kendisi için apaçık bir düşman olduğunu anlayacaktır. Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi artık çok geçtir, bunu anlamak onu sonsuza dek acı çekeceği cehenneme girmekten kurtarmaz. O ve taraftarları mutlaka yaptıklarının hesabını tek tek vereceklerdir:

Andolsun Rabbine, Biz onları da, şeytanları da mutlaka haşredeceğiz, sonra onları cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak hazır bulunduracağız. (Meryem Suresi, 68)

Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 6)

Sonuç olarak siz de; sizin için olabilecek her tür azabı, sıkıntıyı dahası sonsuz hayatınızı cehennemde geçirmenizi isteyen bir düşmanınızın olduğunu, sizi şu anda bu kitabı okurken bile gözetlediğini unutmayın. Ve eğer samimi olarak iman ediyorsanız onun etkisinden kurtulmak için Allah'a sığınmanız gerektiğini de...

Öyleyse "RABBiMiZ OLAN ALLAH"ı sakın unutmayın...

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, Latif olandır, Haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)


YOL GÖSTERiCiMİZiN KURAN
OLDUĞUNU UNUTMAYIN

Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)

Kuran, insanların Allah'ı tanımaları, O'nun bir tek ilah olduğunu bilmeleri, Rabbimiz'e nasıl kulluk edeceklerini öğrenmeleri ve akıl sahiplerinin iyice öğüt alıp düşünmeleri için Allah Katından gönderilmiş bir kitaptır. Yol göstericimiz olan Kuran'da Allah bize ihtiyaç duyacağımız herşeyi açıklamakta, Kendisi'nin razı olacağı yolları göstermekte ve Kendisi'ne kulluk etmenin güzel sonucunu müjdelemektedir:

... Biz Kitab'ı sana herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl Suresi, 89)

Kuran, Allah'ın kullarına gönderdiği Hak kitabıdır. İnananlar için Allah'tan bir öğüt, şifa ve rahmettir. Bu önemli gerçeği kavrayabilen müminler, Kuran'ın her ayetini derin derin düşünerek tüm hayatlarını ona uygun olarak yaşarlar. Allah müminlerin vicdanlarında cevabını aradıkları her sorunun karşılığını Kuran'da açıklamıştır:

Andolsun, Biz onlara bir Kitap getirdik; iman edecek bir topluluğa bir hidayet ve bir rahmet olmak üzere bir bilgiye dayanarak onu çeşitli biçimlerde açıkladık. (Araf Suresi, 52)

Allah hoşnut olacağı ahlakı Kuran'da tarif etmiştir. Dolayısıyla her insan Kuran'ı yaşamakla yani hükümlerini uygulamakla yükümlüdür. İnsanlar, dünya hayatında yaptıklarının hesabını verecekleri gün, Kuran'dan sorulacaklardır. Bu nedenle tüm davranışlarınızın, düşünce yapınızın, aldığınız kararların kısacası yaşam şeklinizin toplumun çoğunluğuna değil, sadece Kuran'a uygun olması gerektiğini unutmayın. Kuran'a göre yaşamak insanı kurtuluşa götürecek yegane yoldur.
Ancak dini Kuran'a göre yaşayabilmek için elbette onu okumak ve anlamak gereklidir. Çevrenizdeki insanlar bunu uygulamıyor olabilirler. İnsanların çoğu Kuran ayetlerini bilmiyor, bilenler de anlamlarını düşünmeden sadece Arapça okunuşlarını ezberliyor olabilirler. Hatta Kuran'ı kendi batıl inançlarıyla değerlendirip (Allah'ı tenzih ederiz), bir nevi muska kitabı olarak görüyor, evlerinde sadece dolap üstlerinde tutuyor olabilirler. Eğer kurtuluş bulmak istiyorsanız siz bu çoğunluğa değil Rabbimiz'in emrine uyun; Allah'tan bir öğüt ve uyarı olarak indirilen Kuran'ı okuyun ve hükümlerini öğrenin. Çünkü Allah ayetlerinde Kuran'ın insanlara gönderiliş sebeplerini bize şöyle bildirmektedir:

İşte bu (Kur'an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duy
urma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

(Bu Kur'an) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (Sad Suresi, 29)

Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah ancak Kuran'a göre iman eden temiz akıl sahiplerinin öğüt alabileceklerini bildirmiştir. Ve unutmayın ki Kuran, öğüt alıp düşünebilmemiz için kolaylaştırılmıştır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Allah'tan başka bir hakem mi arıyayım? Oysa O, size Kitab'ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitap verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (Enam Suresi, 114)

İşte Biz onu (Kuran'ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. (Hac Suresi, 16)

Tüm bunların yanısıra unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek daha vardır: Kuran inananlar için doğru yolu gösterici olduğu gibi, inkarcılar için de saptırıcı olabilmektedir. Hesap günü Allah'ın huzuruna çıkacağına inanmayan, Kuran'ın Rabbimiz'den tüm insanlara indirilen hak kitap olduğunu kavrayamayan bazı kişiler ayetlerdeki hikmetleri de anlayamazlar. Ayetlerle karşılaştıklarında kör ve sağır gibi davranırlar. Bu kişilerin durumları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

Kur'an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 45-46)

Kuşkusuz inkarcıların içine düştükleri bu durum samimiyetsizliklerinden, Allah'ın emirlerini unutup kendi istek ve tutkularına göre davranmalarından kaynaklanmaktadır. İnkarcılar kavrayış eksikliklerinden dolayı şöyle misaller verirler:

Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür. (Müddessir Suresi, 31)

İnananlar ise bambaşka bir ruh hali içindedirler. Onlar Allah'tan kendilerine indirilen ayetleri dinlediklerinde hemen sözün en güzeline uyarlar ve dünyada da ahirette de kurtuluşa ererler. Onların ayetlere karşı bu örnek tutumları da Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O'ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. işte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur. (Zümer Suresi, 23)

Unutmayın ki, Allah'tan korkup sakınıyorsanız sizin de O'nun ayetlerini dinlediğinizde kalbinizin yumuşayıp yatışması gerekir. Çünkü Allah samimi olarak iman edenlerin, Kuran'ın Hak olduğunu anlayabileceğini bize bildirmiştir. Kuran'ın Hak olduğundan yana şüphe içinde olanlar ise yalnızca inkarcılardır. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:

(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kuran'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. İnkar edenler ise, kıyamet-saati onlara apansız gelinceye veya kesintiye uğramış (akim, verimsiz) bir günün azabı onlara yetişinceye kadar ondan (Kuran'dan) yana şüphe içinde sür-git kalacaklardır. (Hac Suresi, 54-55)

Siz de hesap günü Kuran'dan sorulacağınızı unutmayın. Allah bu gerçeğe; "Şu halde, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız." (Zuhruf Suresi, 43-44) ayetleriyle dikkat çekmiştir. İnsanların çoğunun Kuran'dan uzaklaşmış, adeta onu terk etmiş olması sakın sizi aldatmasın. Çünkü birçok insan 60-70 yaşına kadar yaşayacakları garantiymiş gibi, Kuran'ı okuyup, öğrenmeyi yaşlılık yıllarına bırakmayı uygun görürler. Gençlik yıllarında dine uygun yaşamanın, kendilerini birçok şeyden mahrum bırakacağını düşünürler. Oysa bu samimiyetsiz mantık örgüleriyle kendi kendilerine kötü bir son hazırlarlar.
Allah'a nasıl kulluk edeceğinizi size açıklayan ve yegane rehberiniz olan kitap Kuran'dır. Tüm yaşamınızı Kuran'ın hükümlerine ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uygun şekilde düzenlemeniz şarttır. Çünkü iman etsin veya etmesin, herkes hesap günü Kuran'dan sorgulanacaktır. Unutmayın ki, ancak samimi olarak onun hükümlerini uyguladığınız takdirde sonsuz azaptan kurtulmayı ve cennete kavuşmayı umabilirsiniz.


YAŞADIĞINIZ HER ANIN KADERDE
OLDUĞUNU UNUTMAYIN

Hiç şüphesiz, Biz herşeyi bir kadere göre yarattık. (Kamer Suresi, 49)

Yukarıdaki ayette bildirildiği gibi, var olan herşey sonsuz akıl ve ilim sahibi Allah'ın belirlediği kadere tabidir. 'OL' kelimesi ile herşeyi bir anda var eden Allah, sadece insanların değil tüm varlıkların kaderini belirlemiştir. Bu mutlak gerçeğe iman etmiş olanlar, Allah'ın sonsuz aklı ile takdir ettiği kadere gönülden teslim olarak yaşarlar. Unutmayın ki; herşey O'nun kontrolündedir ve istese de istemese de herşey Allah'a boyun eğmiştir.
Ancak halk arasında özellikle kader ile ilgili olarak pek çok yanlış kanaat vardır. Cahil bakış açılarından dolayı bu konuda herkes düşünmeden konuşabilmektedir. Üstelik bunun Allah'ın hoşnut olmayacağı bir tavır olduğunu da göz ardı ederek… Şarkılarda, şiirlerde, günlük konuşmalarda farkında olarak ya da olmayarak kadere isyan manasına gelecek ifadeler kullanılabilmektedir. Bozuk mantık örgüsünden kaynaklanan "kaderini yenmek", "kaderini değiştirmek" gibi birtakım yanlış ifadeler de toplumda oldukça yaygındır. Bu mantığa sahip olan kişiler bazı beklenti ve tahminlerine "kader" adını koyup, bunların gerçekleşmediğini görünce de kaderin belirlendiği gibi gitmediğini, değiştiğini zannederler. Bu tür tutarsız mantıklar kaderin anlamının tam olarak kavranamamış olmasından kaynaklanır.
Kader; zaman ve mekan kavramlarını yoktan var eden ve bunları tamamen kontrolü ve hakimiyetinde bulunduran, zaman ve mekana tabi olmayan Allah'ın, geçmiş ve gelecekteki tüm olayları zamansızlık boyutunda bilmesi ve yaratmasıdır. Yaşanmış ve yaşanacak bütün olaylar zinciri an an, detay detay Allah Katında planlanarak yaratılmıştır.
Zamanı Allah'ın yarattığını, bu yüzden Rabbimiz'in zamana bağımlı olmadığını, dolayısıyla O'nun yarattığı olayları, yarattıklarıyla beraber izlemesi ve bunların sonuçlarını beklemesi gibi bir şeyin söz konusu olamayacağını unutmayın.
Allah'ın Katında herşeyin başı da sonu da, sonsuzluk şeridindeki yeri de bellidir. Herşey olup bitmiştir. Bu nedenle insanların, kader üzerinde değişiklik yapmaya güç ve imkanları yoktur. Tam tersine kader insanlar üzerinde belirleyici ve etkili bir unsurdur. Herşeyiyle kaderin bir parçası olan insan, o kaderden bağımsız bir şekilde davranamaz. Kaderin dışına çıkamaz ki kaderini değiştirebilsin. Bu bir video kasetteki filmde yer alan oyuncunun, kasetten dışarı sıyrılıp maddi bir boyut kazanarak videonun başına oturması ve kendi bulunduğu kasette silmeler, eklemeler, değişiklikler yapmasına benzer ki, elbette ki böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla "kaderi yenme", "kaderin akışını değiştirme" gibi bir şey söz konusu değildir. Bu gibi ifadeler tam anlamıyla bir safsatadır. "Ben kaderimi değiştirdim" diyen bir insanın da aslında kaderinde yazılı olan bir cümleyi söylediğini sakın unutmayın.
Örneğin bir insan günlerce komada kalabilir, yeniden yaşama dönmesi imkansız gibi gözükebilir. Fakat aynı insanın beklenenin aksine tekrar eski sağlığına kavuşması, onun "kaderi yendiği" ya da doktorların onun "kaderini değiştirdiği" anlamına gelmez. Bu kurtuluş yalnızca o kişinin kaderinde kendisi için belirlenmiş süreyi henüz doldurmadığını gösterir. Bu da aynı kaderin bir parçasından başka bir şey değildir. Herşey gibi komadan çıkış da, Allah Katında yazılıp tespit edilmiştir:

... Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır… (Al-i imran Suresi, 145)

Elbette zaman ve mekana bağımlı olduğumuz için bizi Yaratan ve herşeyden bağımsız olan Allah'ın yarattığı kaderi önceden bilmemiz de mümkün değildir. Bizim yapmamız gereken Allah'ın zamandan ve mekandan tamamen münezzeh olduğuna iman etmektir.
Şunu da unutmayın ki; Allah tüm olayları dinin menfaatine ve müminlerin ahiretine faydalı olacak şekilde planlamıştır. Bu durumda iman eden bir kişinin olaylar karşısında teslimiyetsizlik göstermesi mümkün değildir. Her durumun bir kader üzerine ve Allah'ın emriyle yaratıldığının unutulması ya da göz ardı edilmesi insanın kendisine yapabileceği en büyük zulümlerden biridir; çünkü insan bu unutmanın neticesinde amansız bir sıkıntı içine girer. Ayrıca kişinin bu gerçeği kabul etmemesi, olacak olanı değiştirmez. İster iman edip teslim olsun, isterse teslim olmasın her iş, Allah'ın herkes için tek tek belirlediği kader dahilinde işlemektedir. Allah bu gerçeği aşağıdaki ayetiyle vurgulamıştır:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir Kitap'ta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

Bu ayette de görüldüğü gibi, insan ister inansın ister inanmasın, başına gelen herşeyi Allah önceden kesin olarak belirlemiştir. Dünya var olduğundan beri yaşayan tüm insanların doğumları da, ölümleri de dahil her iş Rabbimiz'in izniyle -ne bir an evvel, ne de bir an sonra- tam Allah'ın belirlediği zamanda gerçekleşmektedir.

Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel O'nun Katındadır... (Enam Suresi, 2)

Yeryüzünde olan ve insanların nefislerinde meydana gelen her durum, Allah'ın dilemesi dışında gelişmeyeceğine göre her zaman O'na tevekkül etmek, Allah'ın kullarından istediği ve kişinin yaratılışına da en uygun tavırdır. Nitekim ayette müminlerin şöyle söyledikleri haber verilmiştir:

De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)

Allah "… Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz." (Enbiya Suresi, 35) ayetinde bildirdiği gibi, müminleri çeşitli şekillerde dener. Bu sebeple müminler iyi olayların yanında bazen kötü gibi görünen olaylarla da karşılaşabilirler. Ancak unutmayın ki, herşey Allah'ın dilemesiyle yaratılmış olduğundan müminler için en hayırlı şekilde sonuç verir:

… Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. (Bakara Suresi, 216)

Allah'a inanıp, O'nun doğru yolunda gidenler her zaman kadere tabi olmanın rahatlığını ve huzurunu yaşarlar. Çünkü kadere tam teslim olmuş kişi için onu korkutacak ya da hüzne sürükleyecek hiçbir şey yoktur. Allah, inanan kullarına hem dünyada hem ahirette en güzel hayatı yaşatacak ve rızasına uydukları sürece Kendi koruması altında tutacaktır. Ayrıca Allah bir olaydaki hayrı mutlaka dünyada göstermeyebilir. Ama dünyada mümin için şer gibi görülen bir olay onun ahirette daha üst mevkilere ulaşmasına da vesile olabilir. Örneğin, tedavisi güç bir hastalığa yakalanan mümin isyan etmez; tam tersine hastalığını kendisini Allah'a yakınlaştıracak bir fırsat olarak görür. Sonuçta unutulmaması gereken en önemli şey Allah'ın tüm olayları, salih kullarını koruyacak ve onlara ahiretlerini kazandıracak şekilde planlandığıdır.

Hiç şüphesiz, benim velim Kitab'ı indiren Allah'tır ve O salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini) yapıyor. (Araf Suresi, 196)

Başlarına gelebilecek her olayda hikmet olduğunu unutmadan hareket edenler, attıkları her adımda Allah'ın kendi üzerlerindeki yakın korumasını hissederler. Bu yüzden de nasıl ve nerede, hangi iş üzerinde olurlarsa olsunlar, Allah'ın tüm yaptıklarını çok iyi bildiğini asla akıllarından çıkarmazlar.
Sonuçta herşeyin, öncesi ve sonrasıyla Allah Katında yazılı olduğunu, Allah'ın yazdıkları dışında kimseye hiçbir şeyin isabet etmeyeceğini, nasıl, nerede ve hangi iş üzerinde olursak olalım, Allah'ın tüm yaptıklarımızı çok iyi bildiğini, sonsuz akılla planlanan bir kadere tabi olduğumuzu asla unutmayın.

Peki insan neleri göz ardı ederek unutur?

Kuşkusuz insanın unutabildiği en hayati konu, herşeyin bir yaratıcısının olduğudur. İstisnasız her insan Yaratıcımız olan Allah'a karşı sorumludur. İnsan bu sorumluluğun sonucu olarak hesap vereceğini ve cennet ya da cehennem içinde geçireceği sonsuz bir yaşantının kendisini beklediğini de unutur. Cehennem ateşinin ya da cennet nimetlerinin varlığı yaşadığımız şu an kadar gerçektir. Ne var ki insanların çoğu bu gerçeklerden haberdar olmalarına rağmen, bunları kendilerini pek de ilgilendirmeyen konular olarak görür ve düşünmeyerek gerçeklerden kaçabileceklerini zannederler.
Peki unutmak, insanı sorumluluktan uzaklaştırır mı? Elbette ki hayır. İnsan kendisini yaratan Allah'a karşı sorumludur; er veya geç ölümü tadacak, yapayalnız Rabbimiz'in huzuruna çıkarak hesap verecek ve bunun sonucunda sonsuza kadar cennet veya cehennemde yaşayacaktır. "Biz bir oyun ve oyalanma konusu olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık" (Enbiya Suresi,16) ayetiyle haber verildiği üzere, insan da dahil olmak üzere var olan herşey bir amaç üzerine yaratılmıştır. Dolayısıyla insan başıboş bir varlık değildir; ancak "Allah'a kulluk etmek" (Zariyat Suresi, 56) için yaratılmıştır. Ama kişi günlük işlerin koşuşturmasına kapılıp, aklını kullanmazsa bu büyük gerçeği unutabilir. Yalnız çevrelerindeki olaylar ve varlıklar üzerinde derin derin düşünenler bu önemli sonuca ulaşabilirler.
İnsan sadece kendi yaratılışını düşünse dahi, Allah'ın ona bağışladığı nimetlerin farkına varacak ve buna karşılık, Rabbimiz'e olan bağlılığını göstermek için çaba harcaması gerektiğinin bilincine erişecektir. Öyle ki, insan daha hiçbir şey değilken, gözle bile görülemeyecek kadar küçük tek bir hücre olarak hayata başlamış, ardından bu hücrenin bölüne bölüne milyarlarca kere çoğalması sonucu, tüm organlarıyla mükemmel bir insan oluvermiştir. Fakat en önemlisi, bu varlık hiçbir şey değilken, bir can yani ruh kazanmıştır. Bir damla su, et parçasına, ardından da düşünebilen, konuşabilen bir varlık haline dönüşmüştür; yani Allah insanı yoktan inşa etmiştir. Fakat böyleyken insanlardan kimileri kendi yaratılışlarını unutarak Allah'a karşı çarpık misaller getirmeye, Rabbimiz'i inkar etmeye kalkar. Allah ayetlerinde bu durumu şöyle bildirir:

Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir." (Yasin Suresi, 78-79)

Eğer siz de bu duruma düşmek, Rabbimiz'e karşı nankörlük etmiş olmak istemiyorsanız, o zaman kendinizi günlük hayatın akışına kaptırarak "düşünmeyi" bırakmayın. Çünkü insan ancak düşünürse Allah'ı hatırlar, O'na karşı sorumlu olduğunun bilincine varır; ancak düşünürse bu dünyanın kendisi için çok kısa süreli bir konaklama yeri olduğunu, burada yaptığı herşeyin hesabını vereceğini hatırlar. Ve ancak düşünürse unutmaz…
Bir noktayı belirtmekte fayda var: Bu kitapta size hatırlatacaklarımızın hiçbiri, "unutmasam iyi olur" deyip geçebileceğiniz şeyler değildir. Bunların tek bir tanesini bile aklınızdan çıkarmamanız gerekir. Çünkü bunları hatırladığınız sürece Allah'a gereği gibi kulluk edebilir, O'nu razı edebilirsiniz. Ve unutmayın ki ancak bu şekilde dünyada ve ahirette kurtuluş bulabilirsiniz.
Allah sizi, karşınıza iki yol çıkararak denemektedir; bunlardan birini seçmekte özgürsünüz, ama unutmayın ki bu yollardan birisi sonsuz azaba, diğeri ise sonsuz mutluluğa gidiyor…

Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir. Ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene). Ayetlerimizi inkar edenler ise, ol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. Beled Suresi, 10-20)

TEK İLAHIN "ALLAH" OLDUĞUNU
UNUTMAYIN

... Onlar Allah'ı unuttular. O da onları unuttu... (Tevbe Suresi, 67)

Bilinen bir mantıktır; insan sahilde kumdan yapılmış bir kale görse mutlaka bunu yapan birinin olduğunu düşünür. Bu kalenin, dalgaların ve rüzgarların etkisiyle rastlantılar sonucunda oluştuğunu ise ancak akli yetersizlik içinde olan biri savunabilir. Evrende var olan herşeyde de açıkça görülebilen bir tasarım vardır. Üstelik bu tasarım sahildeki kumdan yapılmış kale ile karşılaştırılamayacak kadar mükemmel, üstün ve detaylıdır. O halde karşımıza çıkan gerçek apaçıktır: Evrenin üstün bir Yaratıcısı vardır. Bu Yaratıcı, alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Tüm kainatta kusursuz bir düzenin var olduğu göz ardı edilemeyecek, apaçık bir gerçektir. Üzerinde yaşadığımız dünya da en elverişli koşulların biraraya gelmesi ile oluşmuştur. Yerçekiminin oranı, Dünya'nın Güneş'e uzaklığı, atmosferdeki oksijen oranı ve daha yüzlerce hassas dengeden hiçbiri kendiliğinden ya da tesadüfler sonucu oluşmamıştır. Kuşkusuz bu, en küçük mikroorganizmadan Güneş Sistemi'nin dev kütleli gezegenlerine kadar herşeyin kontrolü altında tutan Allah'ın yaratmasıdır. Allah, evreni sonsuz bir akıl ve güçle yaratmış ve Dünya'yı da yaşamamız için özel olarak dizayn etmiştir. Çünkü Allah yaratıp düzene koyandır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)

Şimdi biraz daha yakına gelelim ve insan bedenini inceleyelim. Karşımıza akıl almaz mükemmelliklerle dolu bir yapının çıktığını görürüz. İnsan beyni, modern teknolojinin en üstün ürünü kabul edilen bilgisayarlarla asla kıyaslanamayacak kadar kusursuz bir işleyişe sahiptir. Bununla birlikte, vücudun her organı hem kendi içinde, hem de diğer organlarla tam bir uyum içerisindedir. Örneğin, insanın nefes alabilmesi için ağız, burun, nefes borusu, akciğerler, kalp ve bütün damarlar aynı anda devrededir. Aralarından bir tanesi bile bir dakika dinlenmez, bir tanesi bir an bile yorulmaz. Her biri büyük bir itaat ve teslimiyetle kendisini yaratan Allah'a boyun eğer ve Rabbimiz'in kendisi için takdir edip planladığı emri yerine getirir. Nefes alma sırasında burundan temizlenip, ısınarak geçen hava, nefes borusunu da aşarak akciğere ulaşır. Kalbimizde, damarlarımızda, kısacası vücudumuzdaki her bir hücrede bu oksijen kullanılır. Bir iki dakika bile çalışmamaları durumunda insanın ölümüne sebebiyet verecek organlar, bedenin canlılığının devamını sağlamak için aynı saniyeler içinde, başka faaliyetleri de birlikte yürütürler. Pek çok işlemi birbirine karıştırmadan, şaşırmadan, aksatmadan büyük bir ustalık ve akılla yerine getirirler. Bu uyumda bir aksaklık olsa nefes almamız da, yaşamımızı sürdürmemiz de imkansız hale gelirdi.
Görme olayı için de aynı şey geçerlidir. Göz, canlıların yaratılmış olduğunun en açık delillerinden biridir. Gerek insan gözü olsun gerekse hayvan gözleri olsun, canlıların sahip oldukları tüm görme organları kusursuz bir tasarımın çok etkileyici örnekleridir. Gözümüz, 21. yüzyıl teknolojisi ile bile erişilememiş kalitede bir görüntüyü bize sunmaktadır. Ama unutmayın ki bir gözün görebilmesi için aynı anda tüm parçalarının var olması ve uyum içinde çalışması gerekir. Örneğin kornea, konjonktiva, iris, göz bebeği, göz merceği, retina, koroid, göz kasları, göz yaşı bezleri gibi tüm parçalar olsa ve çalışsa ama bir tek göz kapağı olmasa göz kısa sürede büyük bir tahribata uğrar ve görme işlevini yitirir. Yine aynı şekilde gözü oluşturan tüm organeller var olsa ama gözyaşı üretimi dursa göz kısa sürede kurur ve kör olur. Bu durumda karşımıza önemli bir soru çıkmaktadır: Peki bu kadar uyumlu organelleri bir anda kim var etmiştir? Görmemizi olanaklı kılan gözü kim meydana getirmiştir?
Elbette gözün oluşumuna karar veren, gözün sahibi olan canlı değildir. Zira görmenin ne demek olduğunu dahi bilmeyen bir canlının, görebilmek için bir görme organına ihtiyaç duyması ve kendi bedeni üzerinde bunu inşa etmesi elbette ki imkansızdır. Bu durum canlıları görme, duyma vs. gibi duyularla yaratan üstün bir akıl sahibinin varlığını açıkça bize göstermektedir. Aksi takdirde şuursuz hücrelerin görme, duyma gibi şuur gerektiren işlevleri kendi talepleri ve becerileri ile kazandıkları iddia edilmiş olur. Bunun ise asla mümkün olamayacağı açıktır. Kuran'da, bu konu şöyle bildirilmiştir:

De ki: 'Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz? (Mülk Suresi, 23)

Ayette de haber verildiği gibi insan vücudundaki bu sistemlerin tümünü birbirleriyle uyum içinde yaratan Allah'tır. Gerek kendi bedenimizde, gerekse dış dünyada gördüğümüz sayısız detay Allah'ın gücünü, büyüklüğünü ve ilmiyle herşeyi kuşattığını açıkça gözler önüne sermektedir. Ama bir kısım insanlara gerçekleri düşünmektense, sırtlarını dönüp kaçmak daha kolay gelmektedir. Bu yüzden Allah Kuran'da, insanları çevrelerine bakarak kendi büyüklüğü üzerinde düşünmeye davet etmiştir:

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir bunların arasında durmadan iner, sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

Allah'ın size çok yakın olduğunu ve herşeyi sarıp kuşattığını sakın unutmayın. Sizin bu kitabı okuduğunuz şu an, herhangi bir anda aklınızdan geçenler, çocukken yaşadığınız bir olay, birkaç yıl sonra yapmayı planladıklarınız da dahil olmak üzere herşey Allah'ın bilgisi dahilindedir. Bu hakimiyet gece gündüz durmaksızın her bir varlık için sürer gider. Nitekim Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:

Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)

Allah, herşeyin içyüzünden, gizli yönlerinden, insanın aklından geçen ve kimsenin bilmesinin mümkün olamayacağı bir düşünceden, kişinin içinde gizleyip de kimseye söylemediği sırların tamamından da haberdardır. İnsanları çepeçevre kuşatmış olan Allah, yaptığımız iş ve bulunduğumuz ortam nerede ve ne olursa olsun bize şahittir. Bu gerçek bir ayette şöyle haber verilmiştir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir Kitap'ta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Bu gerçeğe rağmen insanlardan kimi, Allah'ın kendilerinden çok uzakta olduğunu zannederler. Bilinçaltlarındaki düşünceye göre, Allah çok uzaklardaki bir gezegenin arkasında oturur ve çok nadiren "dünya işlerine" karışır. Ya da hiç karışmaz; evreni bir kere yaratmış ve bırakmıştır. Oysa bu apaçık bir yanılgıdır. Allah her yerdedir ve varlığı herşeyi kaplamaktadır. Doğudan batıya, kuzeyden güneye varlığıyla her yeri sarıp kuşatmıştır.

Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)

Siz her nereye giderseniz gidin, dünyanın en ücra köşesine de gitseniz Allah orayı da sarıp kuşatmıştır. Şu anda da sizi çepeçevre sarıp kuşatıyor; size şah damarınızdan daha yakın. Bedeninize, odanıza, bulunduğunuz şehre, evrenin her köşesine, sizin gözünüzle göremediğiniz tüm alemlere her an hakim; hepsinin geçmişleri ve gelecekleri ile beraber. Bu mutlak gerçekleri göz ardı eden bazı insanlar, akıllarından geçirdikleri şeyleri, Allah'a karşı samimiyetsizce işledikleri çoğu suçu insanlardan gizlerler ama bunları Allah'tan gizleyemediklerini düşünmezler. Oysa Allah, onlar eylemlerini kurup tasarlama aşamasındayken de onlarla beraberdir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O'nu kavrayıp kuşatamazlar. (Taha Suresi, 110)

Bir sonraki an neler yaşayacağınızı siz bilmiyorsunuz ama Allah biliyor. Bu nedenle Allah'a farkında olsanız da olmasanız da boyun eğmiş, teslim olmuş durumdasınız.
Siz içinizden geçirdiklerinizi açıklasanız da gizleseniz de bu, Allah için birdir. Çünkü Allah herşeyden haberdardır. Fısıltıyla söylediğiniz bir kelime de Allah'tan gizli kalmaz. Çünkü Allah için sır yoktur, O gizlinin de gizlisini bilir.
Unutmayın ki, yeryüzündeki her varlık Allah'a muhtaçtır. Allah ise; insanın sahip olduğu her türlü eksiklikten münezzehtir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Uyku, açlık, susuzluk, yorgunluk gibi akla gelebilecek insani zayıflıkların tamamından uzaktır: Her kim olursa olsun herkes mutlaka ölecektir ama Allah, ezeli ve ebedi olan, daima diri olandır:

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun Kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Her olayın Allah'ın kontrolü ile gerçekleştiğini unutmayın. Allah sonsuz güç sahibidir; Kuran'da bildirildiği üzere tek bir yaprak dahi Allah'ın kontrolü dışında düşmez, (Enam Suresi, 59), herşey Allah'ın bilgisi ve emri dahilinde hareket eder. Gökten yere bütün işler Allah'ın emriyle gerçekleşmektedir. Bütün işler denilince birçok insan bunu sadece doğa olayları ya da ölüm, doğum gibi olaylar olarak düşünür. Oysa sadece bunlar değil, akla gelebilecek her iş, her olay, yaşanan her sistem Allah'ın emriyle yürümektedir.
Teknolojik buluşlar, bütün dünya devletlerinin yönetimi, her birinin sosyal ve ekonomik durumu, sanatsal faaliyetler, küçük büyük bütün şirketler, buralarda yapılan her iş, dünyaya gelen her yeni insan, bu insanların yaşamlarındaki her saniye üstün bir Yaratıcı olan Allah'ın bilgisi dahilinde ve kontrolü altındadır. En küçüğünden en büyüğüne kadar alınan her karar, yapılan her faaliyet Allah'ın izni ile gerçekleşir. Aynı şekilde vücudunuzdaki trilyonlarca hücrenin işleyişi, bu hücrelerin her birinin içinde bulunan organellerin tek tek yaptıkları bütün görevler, bu hücreleri besleyen sistemler ve daha sayamayacağımız türlü detaylar Allah'ın kontrolündedir. Bunun yanında, boşlukta dönüp durmakta olan Dünya ve Dünya'nın üzerindeki tek bir karıncanın beslenmesinden üremesine kadar hayatını devam ettirmesi için gereken tüm faaliyetler de yine Allah'ın izniyle gerçekleşir. Bu gerçek Kuran'da şöyle ifade edilir:

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

Allah, herkesin Kendisi'ne boyun eğdiği; ilmiyle her yeri sarıp kuşatan, tüm bilginin sahibi olandır. Küçük bir çocuktan bir bilim adamına kadar herkese bildiklerini öğreten, görebildiklerimizi ve gayb olanı yani göremediğimiz alemleri de bilmekte olan Allah'tır. Göklerde ve yerde olan herşeyin, yıldızların, ağaçların, hayvanların, insanların sayısını, düşen yağmurun miktarını tespit eden de sadece Allah'tır:

Göklerde ve yerde olan (herkesin ve herşeyin) tümü Rahman (olan Allah)a, yalnızca kul olarak gelecektir. Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak saymış bulunmaktadır. (Meryem Suresi, 93-94)

Evrenin herhangi bir köşesinde meydana gelen her olayın kontrolü elinde olan Allah'tır. O, tüm işlerin gizli veya açık her yönünden haberdardır. Sadece bizlerden değil göklerde, yerde, bu ikisi arasında her ne varsa, hepsinden haberdardır. Çünkü Allah, bütün alemlerin sahibidir. O halde, en küçük bir şeyin bile O'ndan asla saklı kalamayacağını, siz de dahil olmak üzere tüm insanların aklından geçenlerin veya yaptığı işlerin tamamının Allah'ın kontrolünde olduğunu asla unutmayın. Çünkü Allah; herkesin hayatı boyunca yaşadıklarını tüm ayrıntılarıyla bilmektedir. Allah, asla şaşırmayan ve kesinlikle hiçbir şeyi unutmayandır.
Size sahip olduğunuz herşeyi verenin Allah olduğunu unutmayın. Çevrenize bir bakın; var olan herşey tam sizin ihtiyaçlarınızı karşılayacak şekilde itinayla hazırlanmış, teker teker emrinize verilmiştir. Başınızı kaldırıp bir de göğe bakın ve çevrenizde olanları düşünün. İşte o zaman, şükretmeye layık olanın, bizleri gördüğümüz ve görmediğimiz nice nimetlerle donatanın Allah olduğunu daha iyi kavrayacaksınız. Bilimin, ulaştığı seviyeye rağmen hala bir muamma olarak nitelendirdiği insan vücudunu yaratan ve tüm organların mükemmel bir uyum içerisinde çalışmasını sağlayan; bir kısım hayvanları evcil yaratıp insanların hizmetine veren, onlarla yiyecek, giyecek ve ulaşımlarını temin etmelerini sağlayan; gökten indirdiği su ile aynı topraktan değişik tatlarda ekinler ve meyveler çıkaran; sayıları yüz milyarları bulan galaksileri muazzam bir denge içinde hareket ettiren; gündüzü çalışmaya, geceyi dinlenmeye müsait kılan; Güneş'i yörüngesinde döndüren; denizleri insanların besin elde etmelerine ve seyahat etmelerine en uygun şekilde yaratan sadece Allah'tır. Allah bu gerçeği ayetlerinde şöyle haber vermektedir:

İnsanı bir damla sudan yarattı, buna rağmen o, apaçık bir düşmandır. Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz. Akşamları getirir, sabahları götürürken onlarda sizin için bir güzellik vardır. Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar, ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkebleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? Yolu doğrultmak Allah'a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer o dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi. Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs-eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir. Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz. Ve (başka) işaretler de (yarattı); onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler. Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 4-18)

İnsanın saymaya ömrünün yetmeyeceği nimetlerin her biri, her işi evirip düzenleyen Rabbimiz'in dilemesiyle var olmuştur ve insanın hizmetine sunulmuştur. Allah bir ayetinde bunu şöyle bir örnekle hatırlatır:

Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Lokman Suresi, 27)

Sahip olduğunuz ne kadar malınız mülkünüz varsa bunları size verenin ve hepsinin gerçek sahibinin Allah olduğunu da sakın unutmayın. Çünkü göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan herşeyin mülkü Allah'ındır. Ancak Allah dilediğine dilediği kadar tahsis eder. Zamanı gelip insanların hayatına son verdiğinde tek varis yine O'dur. Tüm evlerin, arabaların, malların, eşyaların, arazilerin, yiyeceklerin kısacası herşeyin gerçek sahibi Allah'tır.

Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah'ındır. O, herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 120)
Siz Allah'ın tayin ettiği vakit geldiğinde tüm varlığınızı, mevkinizi, özel eşyalarınıza kadar herşeyi geride bırakacaksınız; çıplak bedeniniz yalnızca birkaç metre beze sarılarak bir çukura atılacak. Ruhunuz ise yalın ve yapayalnız olarak Allah'a dönecek. Dünyada sahip olduğunuz ne makamınızın, ne adınızın, ne de zenginliğinizin orada bir geçerliliği olmayacak. Siz bu dünyada onlarla sadece deneniyorsunuz. Gerçek sahibi değilsiniz, sahip olduğunuzu zannettiğiniz herşey sadece Allah size lütfettiği için var. Eğer Allah bunları bir sebeple alacak olsa, siz bunları geri almaya hiçbir şekilde güç yetiremezsiniz.
Allah'ın sizin için diledikleri dışında başınıza hiçbir şeyin gelemeyeceğini unutmayın. Başınıza gelen ve sizin iyi veya kötü olarak nitelendirdiğiniz her türlü olay Allah'ın bilgisi dahilinde yani kaderin akışı içinde gerçekleşmektedir. Hiç kimse o gün kendisini ne gibi olayların beklediğini bilemez. İnsan ne kadar kendi kendine planlar yapıyor gibi düşünse de aslında olaylar kendisinin planladığı gibi yürümez, hatta hiç akla gelmeyecek olaylarla da karşılaşabilir. İnsanı bu belirsizlik içinde tek rahat ettirecek şey, karşılaştığı her olayın, Allah'ın isteğiyle kendisi için özel olarak yaratılmış olduğunu bilmek ve Rabbimiz'in yarattığı kadere tam güvenip teslim olmaktır. Ama burada bir noktaya daha dikkat etmek gerekir: Planlamadan yaşadığınız olaylar Allah'ın bilgisi ve kontrolündedir; ancak aynı şekilde planladığınız olaylar da Allah'ın kontrolündedir… Zira kainat üzerinde Allah'tan bağımsız, Rabbimiz'in hakimiyeti dışında tek bir an bile yaşanmaz. Bir ayette müminlerin şöyle söylediklerinden bahsedilmektedir:

De ki: Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler. (Tevbe Suresi, 51)

Unutmayın, başınıza her ne gelirse Allah'tandır ve bir hikmeti vardır. Bilin ki insanın Allah'tan gelecek şeylere karşı yine Allah'a sığınmaktan başka yolu yoktur, başka velisi ve yardımcısı da yoktur:

(Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 107)

Gün içinde herhangi bir konuda başarılı olmak istediğimizde ya da bir işle uğraştığımızda bize yardımcı olan Allah'tır. Hatta o işi kolaylaştırdığı gibi, onu yaratan, bize istediğimiz şeyi istediğimiz anda yaptıran da yalnızca Rabbimiz'dir. Allah'ın büyüklüğünü göz ardı eden bir insan için ise, ona yardımcı olabilecek olan kişi kendi zannınca ya iş arkadaşıdır, ya ailesi veya başka bir insan...
Elbette bu kişiler bilgi birikimleri ve hayat tecrübeleriyle insana yardımcı olabilirler. Ancak bunların hepsinin birer sebep olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Çünkü, Allah dünya hayatında sonuçları belirli sebeplere bağlamıştır. Sözgelimi, elmayı yiyebilecek hale getirmek için fideyi ekmek, sulamak, gübrelemek gerekir. İşte bunlar Allah'ın koymuş olduğu sebeplerdir. Kişi ancak bu şartları gereği gibi yaptıktan sonra Allah'tan yüksek bir hasat umabilir.
Gerçekleşen her olayda sonucun Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın takdirine gönülden razı olmanız gerektiğini sakın unutmayın.
Unutmayın sizi tüm tehlikelerden, hastalıklardan sıkıntı ve belalardan koruyan, esirgeyen yalnız Allah'tır. Yoksa bunlardan herhangi birinin insana isabet etmesi an meselesidir. Hastalandığınızda sizi iyileştirenin doktorunuz ve içtiğiniz ilaç olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Elbette insan Allah'ın sebep olarak yarattığı bu yollara başvuracaktır; ama sonuçta kendisini bu hastalıktan kurtaracak olanın sadece ve sadece Allah olduğunu da kesinlikle bilmelidir. O dilemedikten sonra ne en uzman doktorların, ne en pahalı ilaçların, ne en iyi hastanelerin insana hiçbir faydası dokunmaz. Şifayı verecek olan Allah'tır. Allah dilediği kişiye bir imtihan olarak sebepsiz bir hastalık verebileceği gibi, dilediği kişiyi sebepsiz olarak iyileştirebilir de. Allah bu ilahi gerçeği Kuran'da Hz. ibrahim'in sözleriyle şöyle bildirmiştir:

Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur; (Şuara Suresi, 80)

Tüm kuvvet sadece Allah'ın elindedir. Bu gerçeği unutup da, ne kendine ne bir başkasına -Allah'ın dilemesi dışında- en küçük bir yardıma bile güç yetiremeyecek varlıklardan medet ummak, insana hem dünyada hem de ahirette çok büyük hüsran getirir. Medet umulan bu kişiler de aynı derecede acizdirler; değil başka birine, kendilerine bile -Allah'ın dilemesi dışında- yardım edemezler. Allah Araf Suresi'nde şöyle buyurmaktadır:

O'ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç yetirmezler, kendilerine de. (Araf Suresi, 197)

Yalnız Allah'tan korkmanız ve yalnız O'nun rızasını aramanız gerektiğini unutmayın. Yaşantınızda önemli olduğunu düşündüğünüz veya güç sahibi gibi gördüğünüz, bu nedenle kendi kendinize gözünüzde büyüttüğünüz hiçbir insanın, gerçekte kendisine ait en ufak bir gücü yoktur. Böyleyken bir insandan, Allah'tan korkar gibi korkmak, çekinmek veya Allah'ı sever gibi sevmek Kuran'a göre "o kişiyi Allah'a eş ve ortak" tutmaktır ki, Kuran'da Allah bunun büyük bir günah olan şirk olduğunu bildirmiştir:

İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar(bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. (Bakara Suresi, 165)

Yukarıdaki ayette de haber verildiği gibi inananlar ise Allah'ın rızasını herşeyden üstün tutarlar. Bu öylesine önemli bir konudur ki, eğer insanın yaşantısı bu temel üzerine olursa, kişi her an Allah'tan başka korkacak, sakınacak, muhtaç olunacak, boyun eğilecek bir varlık olmadığının bilinciyle hareket eder. Bu bilinçle gerçek anlamda bir hürriyete sahip olurken, aynı zamanda sonsuz güç sahibi bir Veli edinmiş, mağlup edilemez bir kişi olur. Bu şekilde var olan herşeyin tüm ihtiyaçlarını gideren, iç huzuru ve sükunet veren, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana yardım eden, herkesin yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak veren ve koruyan Allah'ın rızasını kazanmayı umar. Kuran'da Allah rızasının önemine şöyle bir örnek verilerek dikkat çekilmektedir:

Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi,109)

İnsanların çoğunun içine düştüğü en büyük yanılgılardan biri budur: Tüm hayatını insanları razı etmek üzerine kurmak. Oysa kendini yaratanı ve yaşatanı unutup da insanları razı etmek için harcanan her saniye, yapılan her iş, sonunda o kişiye azap olarak döner. Allah bu konuyla ilgili olarak Kuran'da, düşünebilenler için çok hikmetli bir örnek vermiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu?... (Zümer Suresi, 29)

Allah, Kendi istediği şekilde yaşayan kullarını hem dünyada hem de ahirette olabilecek en güzel hayatla yaşatır. Ama Allah'ın rızasına uymaktan uzaklaşıp, kendisi gibi aciz birer kul olan insanlardan veya başka varlıklardan medet umanlar daima büyük bir çıkmaz ve zulüm içerisindedirler. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)

Dahası Allah ile birlikte başka ilahlar edinenler ayette bildirildiği üzere, kınanmış olarak kendi başına, yapayalnız ve yardımcısız bırakılırlar.

Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun. (İsra Suresi, 22)

Dünyada Allah'ı unutarak gaflete dalanlar tüm işlerinde zorluğun, kalplerinde ise sıkıntının eksik olmayacağı, huzur ve mutluluğu asla yaşayamayacakları bir ömür sürerler. Aslında bu, yeryüzündeki mükemmel ve kusursuz sistemlerin tesadüfler sonucunda gerçekleştiğini düşünen zihniyete verilen adaletli bir karşılıktır. Ahirette ise onlar için nankörlüklerinin karşılığı olarak çılgınca yanan bir ateş vardır.

Unutmayın ki "Allah korkusu" dinin temelidir. Allah, ancak Kendisi'nden korkup sakınana, doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetini verir ki bu bir insan için olabilecek en büyük nimetlerden biridir. Çünkü hem kısa ve geçici olan dünya yaşamı hem de öldükten sonra başlayacak asıl olan sonsuz yaşam ancak bu anlayışla en güzel şekilde biçimlenmektedir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Öte yandan Kuran'da Allah'ın varlığını bildiği halde O'nu gereği gibi takdir edemeyen ve Allah'tan korkup sakınmayan insanların varlığına da dikkat çekilir. Ayetlerden bazıları şöyledir:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse Hak'tan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)

Ayetlerde tarif edilen kişi; Allah'ın varlığının farkındadır, bu gerçeği tasdik etmekte fakat buna rağmen Allah'tan korkup-sakınmamaktadır. Gerçek müminler ise, Rabbimiz'e karşı derin bir korku içerisindedirler ve kıyamet saatinden, hesap gününden korktukları için başka bir ayette haber verildiği üzere Allah'a karşı "içleri titremekte" olanlardır.
Sonuçta insan ne yaparsa yapsın, ister kendisine hatırlatılanları hatırda tutup kulluk etsin, isterse tüm öğütleri unutup bir yana bıraksın Allah'a döndürüleceği o güne doğru hızla ilerlemektedir. İnsanlar bu gerçekten bir ayette şöyle haberdar edilmişlerdir:

Ey insan, gerçekten sen, hiç durmaksızın Rabbine doğru bir çaba harcayıp durmaktasın; sonunda O'na varacaksın. (İnşikak Suresi, 6)

Öyleyse sakın Allah'tan başka kuvvet olmadığını unutmayın. Allah en büyük güç sahibidir. Bu gerçeğin farkında olmayanlar, Allah'tan başkalarını eş ve ortak tutarlar, üstelik bunlardan Allah'tan korkar gibi korkarlar. Oysa hiçbir insan ya da topluluk Allah'tan bağımsız müstakil bir güce sahip değildir. Tüm varlıklar Allah'a boyun eğmiştir. Öyle ki göklerde ve yerde ne varsa, istese de istemese de Allah'a teslim olmuştur ve O'nun kontrolündedir. Tek bir hücreden milyarlarca galaksiye, insanlardan hayvanlara, dağlardan rüzgarlara kadar tüm varlık alemi Allah'a teslimdir. Öyleyse Allah'a aşağıdaki ayette bildirildiği şekilde şükretmeyi unutmayın:

Onların sırtlarına binip-doğrulmanız, sonra doğrulduğunuz zaman, Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve: "Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne Yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık" demeniz için. (Zuhruf Suresi, 13)

Hiç kimse Allah'ın kontrolü ve dilemesi dışında hareket edemez, tek bir söz dahi söyleyemez. Bunun içindir ki size söylenen her söz, başınıza gelen her olay Allah'tandır; yani Veli'nizden, gerçek, yegane Dostunuzdan... Eğer müminseniz şer gibi görünen şeylerin arkasında bile mutlaka sizin için bir hayır ve güzellik gizlenmiştir; Allah bunu bilir siz ise bilmeyebilirsiniz. Siz her ne durumla karşılaşırsanız karşılaşın bu gerçeği düşünerek davranmayı unutmayın.

Allah'ın çok bağışlayıcı olduğunu, tevbe imkanının sizin için daima var olduğunu unutmayın. Siz her ne hataya düşerseniz düşün samimi pişmanlıkla ve bir daha tekrarlamamak niyeti ile Allah'a yöneldiğinizde Allah'ı tevbeleri kabul edici ve esirgeyici olarak bulursunuz. Samimiyetle vazgeçilen her hatayı, günahı affedeceğini Allah kullarına şöyle bildirir:

(Benden onlara) De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)

Dünyada her hatanın, günahın geri dönüşü, tevbe imkanı ve affedilme umudu vardır. Allah'ın dininde kişi geçmişte yaptıklarının yükünü sırtında taşımak durumunda değildir. Allah'tan af dilemesi ve içtenlikle O'na yönelmesi onu bu yükten kurtaracak ve artık bu kişinin son hali önemli olacaktır. Ama unutmayın Allah ancak samimi olduğunuz takdirde tevbenizi kabul eder, yoksa ölüm size gelip çatınca değil...
Kuran'da azgınlığı ve Allah'a karşı büyüklenmesiyle tanıtılan Firavun bile boğulacağını anlayınca tevbe etmeye kalkışmıştı. Allah ölüm anında edilen tevbenin hükmünü ayetlerinde şöyle haber vermiştir:

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa Suresi, 17-18)

Allah'ın sonsuz sabır sahibi olduğunu unutmayın. Allah yaptıkları hatalara karşılık insanlara belli bir süre tanır. Bu durum işlediği bir günahın hemen ardından karşılığını görmeyen kişileri kesinlikle aldatmamalıdır. Çünkü Allah kullarının zulümlerine karşılık onlara süre tanıyandır. Eğer kişi bunun farkına varır ve bağışlanma dilerse Allah'ı affedici olarak bulur. Tam tersi yaptıklarında ısrarcı olursa ve Allah'ın emirlerinden yüz çevirirse yaptığı kötülüklerin sonucunu mutlaka tadacaktır:

Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (Nahl Suresi, 61)

Allah'a kulluk etmekten başka bir yolunuz olmadığını unutmayın. Çünkü Allah insanları Kendisi'ne kulluk etmeleri için yarattığını bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)

Sahip olduğumuz herşeyi veren, bizi Yaratan, yaşatan sonra dilediği zaman hayatımıza son verecek olan Rabbimiz'e teslim olup, O'nun istediği gibi bir hayat sürdürmek, asla kopmayan bir kulba yapışmak gibidir:

Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulba yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır. (Lokman Suresi, 22)